ÖZET
Amaç:
Çalışmamız Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) salgınının birinci ayında çocukların yeme düzenlerini, ebeveynlerinin koronavirüsü bulaşma riski ile ilgili kaygılarını ve bu kaygı ile ilişkili etkenlerin değerlendirilmesini ve salgın öncesi ile karşılaştırılmasını amaçlamıştır.
Gereç ve Yöntem:
Çalışma çok merkezli (n=8) ve kesitsel olarak planlanmıştır. Çalışma merkezlerine başvuran 6-18 yaş arası çocukların ailelerinden çalışmaya katılmayı kabul edenlere bilgilendirilmiş gönüllü olur formu ve anketleri içeren bilgiler, e-posta veya mesajlaşma yoluyla iletilmiştir.
Bulgular:
Çalışmaya ortalama 11,1 yaşında (standart sapma=3,4) 893 çocuk dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen çocukların %50,7’si (n=453) kızdır. Ailelerin çoğu, salgının birinci ayında çocuklarının yeme düzeninde değişiklik bildirmezken (%63,6, n=568), %21,4’ü çocuklarının yeme düzeninin daha iyi, %15,0’ı ise daha kötü olduğunu bildirmiştir. Ebeveynlerin %40.0’ı kendileri veya çocuklarına virüs bulaşmasından “çok kaygılı” olduğunu belirtmiştir. Kaygı düzeyi yüksek olan ebeveynler, düşük olanlara göre anlamlı derecede daha genç ve düşük eğitimlidir (sırasıyla; p<0,001, p=0,001).
Sonuç:
COVID-19 salgını ebeveynlerin kaygı düzeyini ve çocuklarının yeme düzenlerini etkilemiştir. Genç ve düşük eğitimli ebeveynlerin bulaşma riski açısından daha kaygılı oldukları saptanmıştır. Ebeveynlik yaşı ve eğitimi koruyucu ruh sağlığı girişimleri açısından önemli olabilir.
Giriş
Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Wuhan bölgesinde 2019 Aralık sonlarından itibaren saptanan pnömoni olgularının yeni tip bir koronavirüs ile ilişkili olduğu bildirilmiştir.1 Dünya Sağlık Örgütü yeni koronavirüs ailesinin neden olduğu hastalıklar için Koronavirüs hastalığı-2019 “(COVID-19)” terimini önermektedir.2
Dünya genelindeki birçok ülke, COVID-19 pandemisini kontrol altına alabilmek amacıyla sosyal izolasyon ve kişiler arası iletişimde belli bir mesafenin gözetilmesi için önlemler almıştır.3,4 Küresel çapta uygulanan sosyal izolasyon ve karantina önlemleri pandeminin yayılma hızını düşürebilse de bireylerin beslenme düzenlerini etkileyebilmektedir.5,6 Sosyal izolasyon ve karantina altındaki bireylerin taze gıdalardan çok paketlenmiş ve uzun ömürlü gıdaları tercih ettikleri, bu beslenme tarzının sağlıksız olduğu ve tıbbi sorunların riskini artırabileceği bildirilmiştir.7,8
Pandemi sürecinde dünyada ve ülkemizde yoğun bir korku, panik ve endişe iklimi hakim olmuştur. Diğer yandan hem çocuklar hem de erişkinlerde, psikiyatri kliniklerine başvuruların önemli bir kısmını anksiyete bozuklukları oluşturmaktadır. Yetişkin toplum örneklemlerinde, kendileri ve sevdiklerinin sağlığı ile ilgili yoğun endişe duyma ve bu endişeyi kontrol etme amaçlı basma kalıp güven arayışı davranışlarına yönelme yaygın olarak görülmektedir.9 Gerek doğal olarak gerekse insan eliyle ortaya çıkan travmatik olaylar, maruz kalanların ruh sağlığını bazen kalıcı olarak etkileyebilmektedirler.10-12
COVID-19 pandemisinde günlerinin büyük çoğunluğunu evde geçiren ebeveynlerin duygularını çocuklarına yansıtmaları beklenebilir.13 Ebeveyn tutum ve davranışları da çocukları etkileyebilmektedir.14 Çocuklar, hem pandemi sürecine daha hassas olabilir hem de ebeveynlerinin yansıtabilecekleri olumsuz duygular nedeniyle ruhsal bozukluklar ve sorunlar için artmış risk gösterebilirler.15 Dolayısıyla, pandemi sürecinin ülkemizde ve dünyada aile içi iletişim ve etkileşime etkilerini belirleyebilmek için ek araştırmalar gerekmektedir.
Çalışmamızın amaçları COVID-19 salgının birinci ayında,
A) Çocukların yeme düzenlerini değerlendirmek,
B) Ebeveynlerin kendileri ve çocuklarına koronavirüs bulaş riskine yönelik kaygı düzeylerini ve bu kaygıyla ilişkili etkenleri belirlemektir.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışma çok merkezli (n=8) ve kesitsel olarak planlanmıştır. Çalışmanın etik kurul onayı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’ndan alınmıştır (no: 2020/08-23 tarih: 27.04.2020). Çalışma kapsamında Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Medeniyet Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Erzurum Üniversitesi Tıp Fakültelerinin Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Klinikleri ile Erenköy Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ödemiş Devlet Hastanesi, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları kliniklerine yapılan başvurular değerlendirilmiştir. Çalışma merkezlerine başvuran 6-18 yaş arası çocukların ailelerinden çalışmaya katılmayı kabul edenlere bilgilendirilmiş gönüllü olur formu ve anketleri içeren bilgi e-posta veya anlık mesajlaşma uygulamaları üzerinden iletilmiştir.
Çalışmaya dahil edilme ölçütleri; 6-18 yaş arasında olmak ve anne ve babasıyla birlikte yaşamaktır. Dışlama ölçütleri, çalışmaya katılımı reddetmek, <6 yaş veya >18 yaş olmak, psikiyatrik tanı almak ve psikotrop ilaç kullanmak olarak belirlenmiştir. Çalışmada yeme düzeni ve ailelerin yaşadıkları kaygı düzeyine yönelik form klinisyenler tarafından hazırlanmış, Google anket uygulaması (docs.google.com > forms) ile elektronik olarak düzenlenmiş ve e-posta veya anlık mesajlaşma uygulamaları ile ailelere iletilmiştir. Formda anketi dolduran ebeveynin yaşı ve eğitim düzeyi, çocuğun yaşı, cinsiyeti, oturulan yer gibi sosyodemografik değişkenlerin yanısıra, salgın öncesi çocuğun yeme düzenine dair ailelere “Çocuğunuzun yeme düzeni koronavirüs salgını öncesi nasıldı?” şeklinde soru yöneltilmiş ve likert tipi bir ölçekte “iyi” “kötü” ve “orta” şıklarıyla cevap verilmesi istenmiştir. Yine salgın sonrası çocukların yeme düzenine yönelik olarak ailelere “Çocuğunuzun yeme düzeni koronavirüs salgını sonrası nasıl oldu” şeklinde yöneltilmiş ve “değişmedi”, “daha iyi oldu” ve “daha kötü oldu” seçeneklerini cevaplamaları istenmiştir. Koronavirüs bulaşmasına yönelik kaygı düzeyini belirlemek amacıyla ailelere “Sizin ve çocuğunuzun koronavirüs bulaşması ile ilgili kaygı düzeyiniz nedir?” sorusu yöneltilmiş ve “az” ve “çok” şeklinde cevaplamaları istenmiştir.
İstatistiksel Analiz
Veriler SPSS 22.0 (SPSS Inc., Chicago, IL., USA) aracılığı ile hazırlanan bir veri tabanına girilmiş ve tanımlayıcı istatistikler ile değerlendirilmiştir. Nominal veriler arası karşılaştırmalarda ki-kare testi uygulanmış ve gerektiğinde Yates ve Fisher’s düzeltmeleri kullanılmıştır. Sayısal verilerin gruplar arası karşılaştırılabilmesi için bağımsız gruplar için Student’s t-testi kullanılmıştır. Anlamlılık için p değeri 0,05 olarak alınmış ve tüm karşılaştırmalar çift yönlü olarak yapılmıştır.
Bulgular
Çalışmaya ortalama 11,1 yaşındaki (standart sapma=3,4) 893 çocuk dahil edilmiştir. Çocukların %50,7’si (n=453) kızdı. Anket çoğunlukla anneler (%77,8, n=695) tarafından doldurulmuştur. Çocukların çoğu apartmanda (%57,0, n=509) veya müstakil bir binada (n=260, %29,1) yaşamaktadır. Evde kronik hastalığı olan bir aile üyesinin bulunması (%18,4, n=164) ve komşulardan birinde koronavirüs enfeksiyonu tespit edilmesi (%17,1, n=153) olguların hemen hemen beşte birinde tarif edilmiştir. Anne-baba ve diğer kardeşlerde psikiyatrik hastalık oranı %6,2 (n=55) olarak saptanmıştır.
Ebeveynler çocuklarının COVID-19 salgını öncesi yeme düzenlerini çoğunlukla “iyi” (n=491, %55,0) veya “orta” (%39,3, n=351) olarak tanımlamışlardır. Salgının birinci ayındaki yeme düzeninde çoğunlukla “bir değişiklik olmadığı” (%63,6, n=568) veya “düzelme gözlendiği” (%21,4, n=191) bildirilmiştir
(Tablo 1).
Ebeveynlerin %40,0’ı (n=357) çocuklarına ve kendilerine koronavirüs bulaşma riski ile ilgili “çok kaygılandıklarını” bildirmişlerdir. Ebeveynlerin koronavirüs bulaşma riski ile ilgili kaygıları ve sosyodemografik özelliklerin ilişkisi Tablo 2 içerisinde gösterilmiştir.
Tartışma
Çalışmamız COVID-19 salgının birinci ayında çocukların yeme düzenlerini ve ebeveynlerin koronavirüs bulaş kaygısının değerlendirilmesini ve koronavirüs bulaşma kaygısı ile ilgili etkenlerin belirlenmesini amaçlamıştır. Ebeveynlerin çoğu salgın sırasında çocuklarının yeme düzenlerinin değişmediğini, %40,0’ı ise kendileri veya çocuklarına koronavirüs bulaşma riski ile ilgili “çok kaygılandıklarını” bildirmiştir. Kaygı düzeyi yüksek olan ebeveynlerin düşük olanlara göre anlamlı derecede daha genç ve düşük eğitimli oldukları görülmüştür.
Çalışmamızda COVID-19 salgını sonrası daha genç olan ebeveynlerin kaygı düzeylerinin yüksek olması, erken yaşta evlenen ve çocuk sahibi olan ebeveynlerin kaygı düzeylerinin daha yüksek olması ile ilgili olabilir. Erken ebeveynlik ruhsal, sosyal ve kültürel zorluklara maruziyet ile ilişkilidir.16 Geçmiş çalışmalarda, erken evliliklerde ruhsal bozuklukların ve psikiyatrik yardım arayışının anlamlı derecede daha yüksek olduğu, bu bulgunun özellikle kadınlarda belirgin olduğu bildirilmiştir.17 Ülkemizde gerçekleştirilen diğer bir araştırmada erken yaşta evlenen kızların %45,8’inde en az bir psikiyatrik bozukluk saptanmıştır.18 Yine ülkemizde erken yaşta evlenen kız çocuklarının değerlendirildiği bir çalışmada, bu çocuklarda en sık majör depresyon, uyum bozukluğu ve anksiyete bozukluğu tanılarının görüldüğü bulunmuştur.19 COVID-19 salgını ve ilişkili kaygı düzeylerinin değerlendirildiği bir çalışmada ise pandemi ile ilgili sağlık kaygısının 18-35 yaş grubunda en sık gözlendiği bildirilmiştir.20 Bulgularımız yazınla uyumludur ve genç erişkin ve orta yaş döneminde olmanın ve erken evliliğin kaygı düzeyini artıracak şekilde etki gösterdiğini düşündürmektedir.
Çalışmamızda elde ettiğimiz diğer bir bulgu COVID-19 salgınına bağlı kaygı düzeyi yüksek olan ebeveynlerin daha düşük eğitimli olduklarıdır. Gelişim sürecinde pek çok ruhsal bozukluk ilk belirtilerini okul yıllarında vermekte, bu nedenle örgün eğitime devam edilememekte veya başarı düzeyi düşmektedir.21 Ergenlikte anksiyete bozukluklarının akademik işlevselliği bozduğu da bilinmektedir.22 Erken evlilik ve ebeveynlik de okula devamı ve dolayısıyla eğitim düzeyini etkilemektedir. Erken yaşta ebeveyn olan 54 kız çocuğun değerlendirildiği bir çalışmada okulu bırakma oranı %98,1 olarak saptanmıştır.19 Çalışmamızdaki COVID-19 salgını süresince kaygısı yüksek olan ebeveynlerin hem yaş hem de eğitim düzeyinin daha düşük olması, ruhsal sağlık açısından çocuk sahibi olmada eğitim ve yaşın önemini vurgulamaktadır.
COVID-19 salgını sonrası ailelerin %17,7’si çocuklarının yeme düzeninde bozulma olduğunu bildirmişlerdir. COVID-19 salgınıyla beraber bireylerin beslenme ile ilgili kaygıları artmış ve paketlenmiş gıdaların stoklanması davranışı gözlenmiştir.23 Karantina süreci ve yazılı/görsel basın yoluyla takip edilen pandemi ile ilgili haberler bireylerin stres ve kaygı düzeylerini artırarak, karbonhidrattan zengin gıdaları daha fazla tüketmelerine yol açmıştır.24-26 Pandemi sürecindeki beslenme değişiklikleri nedeniyle obezite ve kardiyovasküler hastalıklarda ileride gözlenebilecek artış da COVID-19’a bağlı komplikasyonlar arasında sayılabilir.27 İtalya merkezli 12-86 yaş arasında 3533 katılımcının dahil edildiği bir çalışmada, COVID-19 salgınına ikincil evde kalma sürecinde katılımcıların %48,6’sının kilo artışı bildirdikleri saptanmıştır.23 Yine yapılan bir çalışmaya göre, COVID-19 salgını sonrası evde kalma ile gıda tüketimi artmış ve öğün alışkanlıkları bozulmuştur.28 Sayılan veriler COVID-19 pandemisinin bireylerin beslenme alışkanlıklarını da bozabildiğini ve salgın süreci sonrasında da görülebilecek sağlık sorunlarını önlemek için yeme alışkanlıklarına yönelik girişimlerin faydalı olabileceğini düşündürmektedir.
Bulgularımız kısıtlılıkları ile birlikte yorumlanmalıdır. İlk olarak verilerin elektronik ortamda toplanması yanlılığa neden olabilir. İkinci olarak ebeveyn bildirimleri hatırlama ve bildirim hatalarına açık olabilir. Üçüncüsü, çocukların ebeveyn bildirimlerine göre değerlendirilmesidir. Çocukların öz bildirimlerinin de alınması halinde sonuçlarımızın zenginleşebileceği düşünülebilir. Beslenme düzeni ve kaygı düzeylerinin yapılandırılmış psikometrik ölçüm araçları ile değerlendirilmemiş olması da çalışmamızın diğer bir kısıtlılığıdır. Dördüncüsü, çalışmamızda ebeveynlerin hem kendilerinde hem de çocuklarındaki kaygı düzeyi bir başlık altında değerlendirilmiştir. Son olarak verilerimiz pandeminin birinci ayında çalışma merkezlerine başvuran örneklem için geçerlidir ve sonraki aylar ya da diğer merkezler için geçerli olmayabilir.
Tüm kısıtlıklarına rağmen çalışmamızın çok merkezli olması, örneklem sayısının fazla olması ve COVID-19 salgının süresince ebeveynlerin kaygı düzeyiyle ilişkili etkenlerin değerlendirildiği bir çalışma olması nedeniyle literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Sonuç olarak, COVID-19 salgını hem ebeveynlerin kaygısını hem de çocukların yeme düzenini etkilemiştir. Özellikle ebeveyn yaşının küçük ve eğitiminin düşük olmasının kaygıyı artırdığına dair bulgumuz, ebeveyn olmada yaşın ve eğitimin ruh sağlığını koruma açısından önemli olduğu sonucu çıkarılabilir.